Sual: Bir kimse, dünyada çok faydalı işler yapsa, keşiflerde bulunsa fakat Muhammed aleyhisselama inanmasa, bu kimsenin yaptığı iyi şeyler, ...
Sual: Bir kimse, dünyada çok faydalı işler yapsa, keşiflerde bulunsa fakat Muhammed aleyhisselama inanmasa, bu kimsenin yaptığı iyi şeyler, bu kimseyi ahirette kurtarabilir mı?
Cevap: Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama tabi olanlara mahsustur. Dünyada yapılan hayrat ve hasenat, yani bütün iyilikler, bütün keşifler, bütün hâller ve bütün ilimler Resulullah efendimizin yolunda bulunmak şartı ile, ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın Peygamberine tabi olmayanların yaptığı her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep olur. Yani, iyilik şeklinde görünen, birer istidracdan başka bir şey olamaz. Nitekim, dünyadaki faydalı ve hayırlı işlerden cenâb-ı Hakkın, en çok beğendiği, cami yapmaktır. Cami yapmanın, çok sevap olduğunu bildiren hadis-i şerifler vardır. Böyle olmakla beraber, Tevbe sûresi, 18. âyetinde mealen;
(Kâfirlerin cami yapmaları caiz değildir. Yerinde ve yarar bir iş değildir. Onların cami yapmaları ve diğer bütün beğendikleri işleri, kıyamette kendilerine yaramayacak ve Muhammed aleyhisselama tabi olmadıkları için, Cehenneme girip, çok acı azaplarda sonsuz olarak cezalandırılacaklardır) buyuruldu.
Bir kimse, binlerce sene ibadet etse, ömrünü nefsini temizlemekle geçirse, güzel huyları ile yanındakilere ve keşfettiği aletlerle, bütün insanlara faydalı olsa, Muhammed aleyhisselama tabi olmadıkça ebedi, sonsuz saadete kavuşamaz.
***
Sual: Görevli imamı ve müezzini olmayan cami ve mescitlerde, aynı vaktin namazı, değişik cemaatler yapılarak kılınabilir mi?
Cevap: Mahalle camisinde, ezan ve ikamet okuyarak bir kere cemaat ile namaz kılınır. Yoldaki camilerde ve imamı, müezzini olmayan camilerde, her cemaat için ayrı ayrı ezan ve ikamet ile kılınır.
***
Sual: Nafile namaz kılan bir kimse, vaktin farzını kılacak olana uyup cemaat olsa, bu namaz cemaat ile kılınmış olur mu?
Cevap: Nafile kılan bir kişinin, farz kılana uyması ile cemaat sevabı hasıl olur.
***
Sual: Namazda secde-i sehiv yapmak için iki tarafa mı selam vermelidir?
Cevap: Secde-i sehiv yapmak için, bir tarafa selam verdikten sonra, iki secde yapıp oturulur ve namaz tamamlanır. İki tarafa selam verdikten sonra veya hiç selam vermeden de, secde-i sehiv yapmak caizdir.
***
Sual: Peygamberler gönderilmeseydi, insanlar Allahü teâlâyı akılları ile bulup tanıyabilirler miydi?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: İmanın dördüncü şartı, Peygamberlere inanmaktır. Allahü teâlâ, kullarına acıdığı için, Peygamberler "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" gönderdi. Eğer bu büyük insanlar gönderilmeseydi, yolu şaşırmış olan insanlara, Onu ve sıfatlarını kim bildirirdi? Beğendiklerini, beğenmediklerinden kim ayırabilirdi? İnsan aklı, noksan olduğu için, o büyüklerin davet nuru ile aydınlanmadıkça bunları bilemez ve ayıramaz. Anlayışımız tam olmadığı için, bu büyüklerin izinde gitmedikçe, bunları anlamakta şaşırır ve aldanırız. Evet akıl, doğruyu eğriden ayırmağa yarayan bir alettir. Fakat, tam olmayan bir alettir. O büyüklerin daveti ile, haber vermeleri ile tamam olmaktadır. Ahiretin azabı, sevabı, bu davet ve haberden sonra olur.
[Akıl göz gibidir. İslâmiyet de ışık gibidir. Yani, insanın aklı, gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Gözümüz karanlıkta göremiyor. Allahü teâlâ, görme aletimizden istifade edebilmemiz için güneşi yarattı. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı, gözümüz işe yaramaz, tehlikeli cisimlerden, yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmayan veya gözü bozuk olan, güneşten faydalanamaz. Fakat, bunların güneşe kabahat bulmağa hakları olmaz.
Aklımız da, yalnız başına maneviyatı, faydalı, zararlı şeyleri anlayamıyor. Allahü teâlâ, aklımızdan faydalanmamız için, Peygamberleri, İslâmiyet ışığını yarattı. Peygamberler "aleyhimüssalâtü vesselâm", dünyada ve ahirette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız bulamaz, işe yaramazdı. Tehlikelerden, zararlardan kurtulamazdık. Evet, İslâmiyete uymayan veya aklı az olan kimseler ve milletler Peygamberlerden faydalanamaz. Dünyada ve ahirette tehlikelerden, zararlardan kurtulamaz. Fen vasıtaları, mevkii, rütbe, para ne kadar bol olursa olsun, Peygamberlerin gösterdiği yolda gitmedikçe, hiçbir fert, hiçbir insan mesut olamaz. Ne kadar neşeli, sevinçli görünseler de, içleri kan ağlamaktadır. Dünyada da, ahirette de rahat ve mesut yaşayanlar ancak, Peygamberlere uyanlardır. Şunu da bilmelidir ki, rahata, saadete kavuşmak için, Müslümanım demek, Müslüman görünmek yetişmez. Müslümanlığı iyi öğrenmek, onu doğru anlamak ve yapmak, ona uymak lâzımdır]. (Mektûbât Tercemesi s. 363)
***
Sual: Ahiretteki sonsuz azab, Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" davetine bağlı olunca, onların gönderilmesi, âlemlere rahmet nasıl olur?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: Onların gönderilmesi, Allahü teâlânın kendini ve sıfatlarını bildirmek içindir. Bu bilgi de, saadet-i ebediyeye, yani dünya ve ahiretin sonsuz iyiliklerine sebeptir. Allahü teâlâya karşı, lâyık olan şeyler, uygun olmayanlardan, bunların haber vermesi ile ayrılmıştır. Zira, bizim kör ve topal olan akıllarımız, yok iken var olmuş ve varlıkta kalamayıp yine yok olmaktadır. O hâlde, yokluk bulunmayan ve isimleri ve sıfatları ve fiilleri sonsuz var olan, ebedî, hakiki varlığa uygun olanı anlayabilir mi ve Ona lâyık olanı bulabilir mi? Münasip olmayanları ayırt edebilip söylemekten sakınabilir mi? Hatta, kendi noksan olduğu için, çok defa kemâli, noksansızlığı, noksan sanır ve noksanı, kemâl sanır.
Peygamberlerin "aleyhimüssalevatü vetteslîmât", bunları ayırt etmeleri ve bildirmeleri, bu fakire göre, bütün nimetlerin, bütün iyiliklerin üstündedir. Allahü teâlâya uygun olmayan şeyleri [meselâ yok olmağı], Ona münasip görenlerden daha alçak kim olabilir? Bâtılı haktan, eğriyi doğrudan ayıran, ibadete, itaate hakkı olmayanları, ibadet edilmesi lâyık ve lâzım olan hakiki vardan ayıran, o büyüklerin sözleridir. Allahü teâlâ, insanları doğru yola, onların sözleri ile çağırıyor. Kullarını, kendisine yaklaşmak saadetine, onların aracılığı ile ulaştırıyor. Allahü teâlânın beğendiği şeyleri öğrenmek, onlar vasıtası ile kolaylaşıyor. Bu görünen, bilinen varlıkların yaratanı, mâliki, sahibi olan Allahü teâlânın, mahlûklarından hangilerini, ne kadar ve nasıl kullanmağa izin verdiği ve hangilerine izin vermediği, onların bildirmesi ile anlaşılıyor.
Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" bu saydığımız ve daha bunlar gibi nice faydaları vardır. O hâlde, o büyüklerin gönderilmesi, elbette rahmettir, iyiliktir. Fakat, bir kimse, nefs-i emmâresine uyarak ve melun şeytana kapılarak [ve dinsizlerin uydurma yazılarına aldanarak], Peygamberlere "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" inanmaz ve onların sözlerini bildiren, hakiki din âlimlerinin, din mütehassıslarının kitaplarını okumaz ve emirlerini yapmaz ise, Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" ne günahı olur ve bundan dolayı, niçin rahmet olmazlar? (Mektûbât Tercemesi s. 364)
Cevap: Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama tabi olanlara mahsustur. Dünyada yapılan hayrat ve hasenat, yani bütün iyilikler, bütün keşifler, bütün hâller ve bütün ilimler Resulullah efendimizin yolunda bulunmak şartı ile, ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın Peygamberine tabi olmayanların yaptığı her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep olur. Yani, iyilik şeklinde görünen, birer istidracdan başka bir şey olamaz. Nitekim, dünyadaki faydalı ve hayırlı işlerden cenâb-ı Hakkın, en çok beğendiği, cami yapmaktır. Cami yapmanın, çok sevap olduğunu bildiren hadis-i şerifler vardır. Böyle olmakla beraber, Tevbe sûresi, 18. âyetinde mealen;
(Kâfirlerin cami yapmaları caiz değildir. Yerinde ve yarar bir iş değildir. Onların cami yapmaları ve diğer bütün beğendikleri işleri, kıyamette kendilerine yaramayacak ve Muhammed aleyhisselama tabi olmadıkları için, Cehenneme girip, çok acı azaplarda sonsuz olarak cezalandırılacaklardır) buyuruldu.
Bir kimse, binlerce sene ibadet etse, ömrünü nefsini temizlemekle geçirse, güzel huyları ile yanındakilere ve keşfettiği aletlerle, bütün insanlara faydalı olsa, Muhammed aleyhisselama tabi olmadıkça ebedi, sonsuz saadete kavuşamaz.
***
Sual: Görevli imamı ve müezzini olmayan cami ve mescitlerde, aynı vaktin namazı, değişik cemaatler yapılarak kılınabilir mi?
Cevap: Mahalle camisinde, ezan ve ikamet okuyarak bir kere cemaat ile namaz kılınır. Yoldaki camilerde ve imamı, müezzini olmayan camilerde, her cemaat için ayrı ayrı ezan ve ikamet ile kılınır.
***
Sual: Nafile namaz kılan bir kimse, vaktin farzını kılacak olana uyup cemaat olsa, bu namaz cemaat ile kılınmış olur mu?
Cevap: Nafile kılan bir kişinin, farz kılana uyması ile cemaat sevabı hasıl olur.
***
Sual: Namazda secde-i sehiv yapmak için iki tarafa mı selam vermelidir?
Cevap: Secde-i sehiv yapmak için, bir tarafa selam verdikten sonra, iki secde yapıp oturulur ve namaz tamamlanır. İki tarafa selam verdikten sonra veya hiç selam vermeden de, secde-i sehiv yapmak caizdir.
***
Sual: Peygamberler gönderilmeseydi, insanlar Allahü teâlâyı akılları ile bulup tanıyabilirler miydi?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: İmanın dördüncü şartı, Peygamberlere inanmaktır. Allahü teâlâ, kullarına acıdığı için, Peygamberler "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" gönderdi. Eğer bu büyük insanlar gönderilmeseydi, yolu şaşırmış olan insanlara, Onu ve sıfatlarını kim bildirirdi? Beğendiklerini, beğenmediklerinden kim ayırabilirdi? İnsan aklı, noksan olduğu için, o büyüklerin davet nuru ile aydınlanmadıkça bunları bilemez ve ayıramaz. Anlayışımız tam olmadığı için, bu büyüklerin izinde gitmedikçe, bunları anlamakta şaşırır ve aldanırız. Evet akıl, doğruyu eğriden ayırmağa yarayan bir alettir. Fakat, tam olmayan bir alettir. O büyüklerin daveti ile, haber vermeleri ile tamam olmaktadır. Ahiretin azabı, sevabı, bu davet ve haberden sonra olur.
[Akıl göz gibidir. İslâmiyet de ışık gibidir. Yani, insanın aklı, gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Gözümüz karanlıkta göremiyor. Allahü teâlâ, görme aletimizden istifade edebilmemiz için güneşi yarattı. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı, gözümüz işe yaramaz, tehlikeli cisimlerden, yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmayan veya gözü bozuk olan, güneşten faydalanamaz. Fakat, bunların güneşe kabahat bulmağa hakları olmaz.
Aklımız da, yalnız başına maneviyatı, faydalı, zararlı şeyleri anlayamıyor. Allahü teâlâ, aklımızdan faydalanmamız için, Peygamberleri, İslâmiyet ışığını yarattı. Peygamberler "aleyhimüssalâtü vesselâm", dünyada ve ahirette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız bulamaz, işe yaramazdı. Tehlikelerden, zararlardan kurtulamazdık. Evet, İslâmiyete uymayan veya aklı az olan kimseler ve milletler Peygamberlerden faydalanamaz. Dünyada ve ahirette tehlikelerden, zararlardan kurtulamaz. Fen vasıtaları, mevkii, rütbe, para ne kadar bol olursa olsun, Peygamberlerin gösterdiği yolda gitmedikçe, hiçbir fert, hiçbir insan mesut olamaz. Ne kadar neşeli, sevinçli görünseler de, içleri kan ağlamaktadır. Dünyada da, ahirette de rahat ve mesut yaşayanlar ancak, Peygamberlere uyanlardır. Şunu da bilmelidir ki, rahata, saadete kavuşmak için, Müslümanım demek, Müslüman görünmek yetişmez. Müslümanlığı iyi öğrenmek, onu doğru anlamak ve yapmak, ona uymak lâzımdır]. (Mektûbât Tercemesi s. 363)
***
Sual: Ahiretteki sonsuz azab, Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" davetine bağlı olunca, onların gönderilmesi, âlemlere rahmet nasıl olur?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 266. mektupta buyuruyor ki: Onların gönderilmesi, Allahü teâlânın kendini ve sıfatlarını bildirmek içindir. Bu bilgi de, saadet-i ebediyeye, yani dünya ve ahiretin sonsuz iyiliklerine sebeptir. Allahü teâlâya karşı, lâyık olan şeyler, uygun olmayanlardan, bunların haber vermesi ile ayrılmıştır. Zira, bizim kör ve topal olan akıllarımız, yok iken var olmuş ve varlıkta kalamayıp yine yok olmaktadır. O hâlde, yokluk bulunmayan ve isimleri ve sıfatları ve fiilleri sonsuz var olan, ebedî, hakiki varlığa uygun olanı anlayabilir mi ve Ona lâyık olanı bulabilir mi? Münasip olmayanları ayırt edebilip söylemekten sakınabilir mi? Hatta, kendi noksan olduğu için, çok defa kemâli, noksansızlığı, noksan sanır ve noksanı, kemâl sanır.
Peygamberlerin "aleyhimüssalevatü vetteslîmât", bunları ayırt etmeleri ve bildirmeleri, bu fakire göre, bütün nimetlerin, bütün iyiliklerin üstündedir. Allahü teâlâya uygun olmayan şeyleri [meselâ yok olmağı], Ona münasip görenlerden daha alçak kim olabilir? Bâtılı haktan, eğriyi doğrudan ayıran, ibadete, itaate hakkı olmayanları, ibadet edilmesi lâyık ve lâzım olan hakiki vardan ayıran, o büyüklerin sözleridir. Allahü teâlâ, insanları doğru yola, onların sözleri ile çağırıyor. Kullarını, kendisine yaklaşmak saadetine, onların aracılığı ile ulaştırıyor. Allahü teâlânın beğendiği şeyleri öğrenmek, onlar vasıtası ile kolaylaşıyor. Bu görünen, bilinen varlıkların yaratanı, mâliki, sahibi olan Allahü teâlânın, mahlûklarından hangilerini, ne kadar ve nasıl kullanmağa izin verdiği ve hangilerine izin vermediği, onların bildirmesi ile anlaşılıyor.
Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" bu saydığımız ve daha bunlar gibi nice faydaları vardır. O hâlde, o büyüklerin gönderilmesi, elbette rahmettir, iyiliktir. Fakat, bir kimse, nefs-i emmâresine uyarak ve melun şeytana kapılarak [ve dinsizlerin uydurma yazılarına aldanarak], Peygamberlere "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" inanmaz ve onların sözlerini bildiren, hakiki din âlimlerinin, din mütehassıslarının kitaplarını okumaz ve emirlerini yapmaz ise, Peygamberlerin "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" ne günahı olur ve bundan dolayı, niçin rahmet olmazlar? (Mektûbât Tercemesi s. 364)
Hiç yorum yok
Yorumlarınızı ve fikirlerinizi bize gönderiniz. Sorularınız için dinimizislam2@gmail.com adresine mail gönderiniz.
BİZİM SAHİFE sitesi..