Sual: Zamanımızda Müslümanlar paramparça olmuş durumdadır. Herkes birleşmeli diyor, peki nerede birleşmelidir? Cevap: Allahü teâlânın, ...
Sual: Zamanımızda Müslümanlar paramparça olmuş durumdadır. Herkes birleşmeli diyor, peki nerede birleşmelidir?
Cevap: Allahü teâlânın, kullarına merhameti pek çoktur. Bütün insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamalarını ve öldükten sonra da, nimetler, lezzetler içinde sonsuz kalmalarını istiyor. Bu saadetlere kavuşabilmek için iman etmelerini, Müslüman olmalarını, Peygamberi Muhammed aleyhisselamın ve Onun Eshâbının yolunda birleşmelerini, birbirlerini sevmelerini, yardımlaşmalarını emrediyor. Peygamber efendimiz;
(Karanlık gecelerde, yıldızlar yol gösterdikleri gibi, Eshâbım da, saadet yolunu göstermektedirler. Herhangisinin sözlerine tabi olursanız, saadete kavuşursunuz) buyurdu.
Eshâb-ı kiramın hepsi, Kur'ân-ı kerimi, Resûlullah efendimizden öğrendiler. Öğrendiklerini, gittikleri yerlere yaydılar. Resûlullah efendimizden işittiklerine kendi düşüncelerini karıştırmadılar. İslâm âlimleri, Eshâb-ı kiramdan işittiklerini kitaplara yazdılar. Bu âlimlere Ehl-i sünnet âlimleri denir. Sonradan gelen ve kendilerini âlim zannedenlerden bazıları, eski Yunan filozoflarından, Yahudilerden, Hristiyanlardan ve bilhassa İngiliz casuslarının yalanlarından ve kendi zamanlarındaki fen bilgilerinden, kafalarında hasıl olan düşüncelerini ekleyerek, yeni din bilgileri ortaya çıkardılar. İslâm âlimi olarak konuşup, İslâmiyeti içeriden yıkmaya çalıştılar. Bunlara zındık denir. Bunlardan manaları açık olan âyetleri ve hadîs-i şerifleri değiştirenler kâfir oldu. Manaları açık olmayanlara yanlış mana verenlere bidat fırkaları denildi. Müslüman ismini taşıyan birçok bozuk bidat fırkası meydana geldi. İngilizler, bundan istifade ederek, küfür ve bidat fırkaları meydana çıkararak, hakiki Müslümanlığı yok etmeye çalışıyorlar.
***
Sual: Âyet ve hadîslerde geçen şirk, her çeşit küfür, inkâr anlamında mıdır?
Cevap: Küfrün, inkârın çeşitleri vardır. Hepsinin de en kötüsü, en büyüğü şirktir. Bir kötülüğün her çeşidini bildirmek için, çok kere, bunların en kötüsü söylenir. Bunun için, âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerde bulunan şirk kelimesinden, her çeşit küfür manası anlaşılır. Nisâ sûresinin kırksekiz ve yüzonaltıncı âyet-i kerimelerinde, müşrikin hiç af edilmeyeceği bildirildi.
Sual: Müslümanların çeşitli fırkalara ayrılacağını Peygamber efendimiz biliyor muydu?
Cevap: Resûlullah efendimiz ümmetinin başına gelecekleri bildirirken;
(Beni İsrail yetmişiki millete ayrıldı. Ümmetim de, yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yalnız bir fırka kurtulacak, diğerlerinin hepsi Cehenneme gidecektir) buyurdu. Eshâb-ı kiram;
-O hangisidir ya Resûlallah deyince;
-Benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır buyurdu. Bu hadîs-i şerifi, İmam-ı Tirmizi hazretleri, Abdullah bin Ömer hazretlerinin haber verdiğini bildiriyor. İmâm-ı Ahmedin ve Ebû Dâvud hazretlerinin naklettiklerine göre de;
(Bunlardan yetmişikisi Cehennemde, geri kalan biri Cennettedir. Bu da, bir cemaattir) buyurdu.
Bu hadîs-i şerifte bildirilen tek kurtuluş fırkasını ve bunların Cennete girmeye sebep olan itikatlarını arayıp bulmak, bunların itikadına uymayan sapık fırkalardan sakınmak lazımdır. Bu suretle Cehennemin ateşinden kurtulmaya çalışmalıdır. Abdülkadir-i Geylânî hazretleri, ikinci hadîste bildirilen Cemaati ve birinci hadîs-i şerifi şöyle açıklamaktadır:
"Müminin Sünnete ve Cemaate tabi olması lazımdır. Sünnet Resûlullah'ın gösterdiği yoldur. Cemaat de, Hulefâ-i râşidîn denilen dört halife zamanlarındaki Eshâb-ı kiramın sözbirliği yaptığı şeylerdir. Müslümanın, bidat sahiplerinin çoğalmalarına mani olması, onlara yaklaşmaması lazımdır." Ahmed ibni Hacer-ül-Heytemî hazretleri Savâık-ul-muhrika kitabında;
"Ehl-i sünnet itikadından ayrılanlara Mübtedi denir. Bunlar, birinci asırda ortaya çıkmaya başladılar" demektedir. Feth-ul-cevâd kitabında da diyor ki:
"Mübtedi, Ehl-i sünnetin sözbirliği ile bildirmiş olduğu itikada uymayan kimsedir. Bu sözbirliğini Ebül'Hasen Eş'arî ve Ebû Mansûr Ma'türîdî hazretleri ile bunların yolunda olan alimler bildirdiler." Şafii âlimlerinden Ahmed Şihâbüddîn Kalyûbî Mısrî, Kenz-ür-râgıbîn haşiyesinde diyor ki:
"Ebül-Hasen Eş'arînin ve Ebû Mansûr Ma'türîdînin bildirdiklerinden ayrılan kimse Sünni değildir. Bu iki imam Resûlullah efendimizin ve Eshâbının yolundadırlar."
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bu ümmet yetmişüç millete ayrılacak, bunlardan yalnız birisi Cehennemden kurtulacaktır. Her müminin bu bir fırkayı arayıp bulması ve bunlara tabi olması vaciptir.
***
Sual: Bir kimse, kötü olan huyunu değiştirip, güzel huylu olabilir mi?
Cevap: Bir kimsenin, ahlakını, huyunu değiştirip, kötüsünü yok edip, yerine iyisini getirmesi mümkündür. Hadîs-i şerifte;
(Ahlakınızı iyileştiriniz!) buyuruldu. İslâmiyet mümkün olmayan şeyi emir etmez. Tecrübeler de, böyle olduğunu göstermektedir. Tecrübe, kati bilgi elde etmeye yarayan üç vasıtadan biridir. Bu vasıtalardan ikincisi, Muhbir-i Sâdıkın yani Peygamberin haber vermesidir. Üçüncüsü, hesap ile anlamaktır. İnsanların, ahlaklarını değiştirme istidatları, kabiliyetler aynı değildir.
***
Sual: Üzerine farz olduğu halde hacca gitmeden ölen kimseyi hac borcundan kurtarmak için, vekil gönderilebilir mi?
Cevap: Vekilin, ihrama girerken, emreden kimse için, kalp ile niyet etmesi şarttır. Hac borcu olan kimsenin, öldükten sonra kendi için hac yapacak vekilin adını bildirerek vasi olan kimseye emir vermesi lâzımdır. Meyyit veya meyyitin vasi yaptığı yabancı kimse, vârislerden birini, diğer vârisler izin vermedikçe, vekil yapamaz. Bir kimse izin vermeden, başkasının, bunun yerine hacca gönderilmesi caiz değildir. Yalnız vâris, ölen akrabası, vasiyet etmemiş, yani hac parası ayırmamış ise, kendine miras kalan para ile, onun yerine hacca gidebilir veya başkasını gönderebilir. Böylece anasını, babasını hac borcundan kurtarmış olur. Kendine de, farz olmuş ise, kendi için, ayrıca gitmesi lâzımdır. Fakat, onları borçtan kurtarması, kendine on hac sevabı kazandırır. Hanefi ve Hanbeli mezheplerinde, onların yaşadığı şehirden hac yapılması lâzımdır. Mesela, İstanbul'da bulunan bir kimsenin babası Erzurum'da sakin iken vefat etse, babası vasiyet etmedi ise, babası için birini vekil göndermek isterse, Erzurum'dan göndermesi farzdır. Başka yerden göndermesi Hanefide caiz değildir. Şafii mezhebinde Mikât dışındaki her yerden göndermesi caizdir. Hatta, hacca giden birine para vererek, Mekke-i mükerremede bir vekil bulup, babası için, buna mikâttan hac yaptırtması Şafiide caizdir. Hanefi olanlar, paraları az ise, Şafii mezhebini taklit ederek, vasiyet etmemiş ana, baba ve yakınları için, Mekke'de vekil tutabilirler. Fakat, parayı verirken, imam-ı Şafiiyi "rahmetullahi teâlâ aleyh" taklit ediyorum diye niyet etmesi lâzımdır. (Tam İlmihal s. 341)
***
Sual: Başkasının yerine izin almadan vekil olarak hacca gidilirse ne olur? Vekil olarak hacca gitmekle, nafile olarak gitmek aynı mıdır?
Cevap: İzinsiz vekil olup hac edenin haccı, kendine olur. Yani kendinin hac borcu varsa, ödenmiş olur. Sevabını, vekil olduğuna bağışlayabilir. Her Müslüman, her ibadetinin sevabını ölü, diri, her Müslümana hediye edebilir. Fakat bağışladığı kimse, hac borcundan kurtulmaz. Vasi olan, yani kendine vasiyet edilen kimse, emir olunan vekili gönderir. Vekil de (istediğini yap) denilmedi ise, başkasını gönderemez. Vasiyet ederken (vekilim veya başkası) demiş ise veya vekil tayin etmemiş ise, vasi kendi de gidebilir, başkasını da gönderebilir. Hac farz olmayan kimsenin, farz hac için vekil göndermesi caiz değildir. Baliğ olmayan âkıl çocuk vekil olabilir. Belli parayı ücret diyerek vekil tayin etmek caiz değildir. Vekile, âdet olan yol ve nafaka masrafı hesaplanarak (şu kadar para ile) denir. Verilen para ücret değildir, teberrudur. (Eşbâh) kitabının sahibi "rahmetullahi aleyh" diyor ki: (Artan para, vârislere geri verilir. Vârisler kalan parayı kendine hediye etmeğe ve nefsin için kabul etmeğe, seni vekil ettik derse, vekil böyle yapar). Hac etmemiş, baliğ olmamış kimselerin ve kadının vekil olmaları, Hanefide caiz ise de, Şafiide caiz değildir. Kendisi hacı olan vekil, başkası için hac ettikten sonra, Mekke'de kalıp geri gelmezse caizdir. Fakat, geri gelmesini emretmek efdaldir. (Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Hac etmemiş fakirin, başkası yerine hacca gitmesi caiz ise de, Hille gidince, kendisine de hac etmek farz olur. Mekke'de kalıp, sonraki senede kendi haccını yapması lâzım olur. Fakat, evvelki haccında, memleketine dönmediği için, meyyitin haccı noksan kalmış olur. Vekile para verilirken, istediğini yap denilirse, meyyit için başkasını vekil edebilir) [ve kendi haccını da, o sene, kendi yapar]. (Tam İlmihal s. 341)
Cevap: Allahü teâlânın, kullarına merhameti pek çoktur. Bütün insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamalarını ve öldükten sonra da, nimetler, lezzetler içinde sonsuz kalmalarını istiyor. Bu saadetlere kavuşabilmek için iman etmelerini, Müslüman olmalarını, Peygamberi Muhammed aleyhisselamın ve Onun Eshâbının yolunda birleşmelerini, birbirlerini sevmelerini, yardımlaşmalarını emrediyor. Peygamber efendimiz;
(Karanlık gecelerde, yıldızlar yol gösterdikleri gibi, Eshâbım da, saadet yolunu göstermektedirler. Herhangisinin sözlerine tabi olursanız, saadete kavuşursunuz) buyurdu.
Eshâb-ı kiramın hepsi, Kur'ân-ı kerimi, Resûlullah efendimizden öğrendiler. Öğrendiklerini, gittikleri yerlere yaydılar. Resûlullah efendimizden işittiklerine kendi düşüncelerini karıştırmadılar. İslâm âlimleri, Eshâb-ı kiramdan işittiklerini kitaplara yazdılar. Bu âlimlere Ehl-i sünnet âlimleri denir. Sonradan gelen ve kendilerini âlim zannedenlerden bazıları, eski Yunan filozoflarından, Yahudilerden, Hristiyanlardan ve bilhassa İngiliz casuslarının yalanlarından ve kendi zamanlarındaki fen bilgilerinden, kafalarında hasıl olan düşüncelerini ekleyerek, yeni din bilgileri ortaya çıkardılar. İslâm âlimi olarak konuşup, İslâmiyeti içeriden yıkmaya çalıştılar. Bunlara zındık denir. Bunlardan manaları açık olan âyetleri ve hadîs-i şerifleri değiştirenler kâfir oldu. Manaları açık olmayanlara yanlış mana verenlere bidat fırkaları denildi. Müslüman ismini taşıyan birçok bozuk bidat fırkası meydana geldi. İngilizler, bundan istifade ederek, küfür ve bidat fırkaları meydana çıkararak, hakiki Müslümanlığı yok etmeye çalışıyorlar.
***
Sual: Âyet ve hadîslerde geçen şirk, her çeşit küfür, inkâr anlamında mıdır?
Cevap: Küfrün, inkârın çeşitleri vardır. Hepsinin de en kötüsü, en büyüğü şirktir. Bir kötülüğün her çeşidini bildirmek için, çok kere, bunların en kötüsü söylenir. Bunun için, âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerde bulunan şirk kelimesinden, her çeşit küfür manası anlaşılır. Nisâ sûresinin kırksekiz ve yüzonaltıncı âyet-i kerimelerinde, müşrikin hiç af edilmeyeceği bildirildi.
Sual: Müslümanların çeşitli fırkalara ayrılacağını Peygamber efendimiz biliyor muydu?
Cevap: Resûlullah efendimiz ümmetinin başına gelecekleri bildirirken;
(Beni İsrail yetmişiki millete ayrıldı. Ümmetim de, yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yalnız bir fırka kurtulacak, diğerlerinin hepsi Cehenneme gidecektir) buyurdu. Eshâb-ı kiram;
-O hangisidir ya Resûlallah deyince;
-Benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır buyurdu. Bu hadîs-i şerifi, İmam-ı Tirmizi hazretleri, Abdullah bin Ömer hazretlerinin haber verdiğini bildiriyor. İmâm-ı Ahmedin ve Ebû Dâvud hazretlerinin naklettiklerine göre de;
(Bunlardan yetmişikisi Cehennemde, geri kalan biri Cennettedir. Bu da, bir cemaattir) buyurdu.
Bu hadîs-i şerifte bildirilen tek kurtuluş fırkasını ve bunların Cennete girmeye sebep olan itikatlarını arayıp bulmak, bunların itikadına uymayan sapık fırkalardan sakınmak lazımdır. Bu suretle Cehennemin ateşinden kurtulmaya çalışmalıdır. Abdülkadir-i Geylânî hazretleri, ikinci hadîste bildirilen Cemaati ve birinci hadîs-i şerifi şöyle açıklamaktadır:
"Müminin Sünnete ve Cemaate tabi olması lazımdır. Sünnet Resûlullah'ın gösterdiği yoldur. Cemaat de, Hulefâ-i râşidîn denilen dört halife zamanlarındaki Eshâb-ı kiramın sözbirliği yaptığı şeylerdir. Müslümanın, bidat sahiplerinin çoğalmalarına mani olması, onlara yaklaşmaması lazımdır." Ahmed ibni Hacer-ül-Heytemî hazretleri Savâık-ul-muhrika kitabında;
"Ehl-i sünnet itikadından ayrılanlara Mübtedi denir. Bunlar, birinci asırda ortaya çıkmaya başladılar" demektedir. Feth-ul-cevâd kitabında da diyor ki:
"Mübtedi, Ehl-i sünnetin sözbirliği ile bildirmiş olduğu itikada uymayan kimsedir. Bu sözbirliğini Ebül'Hasen Eş'arî ve Ebû Mansûr Ma'türîdî hazretleri ile bunların yolunda olan alimler bildirdiler." Şafii âlimlerinden Ahmed Şihâbüddîn Kalyûbî Mısrî, Kenz-ür-râgıbîn haşiyesinde diyor ki:
"Ebül-Hasen Eş'arînin ve Ebû Mansûr Ma'türîdînin bildirdiklerinden ayrılan kimse Sünni değildir. Bu iki imam Resûlullah efendimizin ve Eshâbının yolundadırlar."
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bu ümmet yetmişüç millete ayrılacak, bunlardan yalnız birisi Cehennemden kurtulacaktır. Her müminin bu bir fırkayı arayıp bulması ve bunlara tabi olması vaciptir.
***
Sual: Bir kimse, kötü olan huyunu değiştirip, güzel huylu olabilir mi?
Cevap: Bir kimsenin, ahlakını, huyunu değiştirip, kötüsünü yok edip, yerine iyisini getirmesi mümkündür. Hadîs-i şerifte;
(Ahlakınızı iyileştiriniz!) buyuruldu. İslâmiyet mümkün olmayan şeyi emir etmez. Tecrübeler de, böyle olduğunu göstermektedir. Tecrübe, kati bilgi elde etmeye yarayan üç vasıtadan biridir. Bu vasıtalardan ikincisi, Muhbir-i Sâdıkın yani Peygamberin haber vermesidir. Üçüncüsü, hesap ile anlamaktır. İnsanların, ahlaklarını değiştirme istidatları, kabiliyetler aynı değildir.
***
Sual: Üzerine farz olduğu halde hacca gitmeden ölen kimseyi hac borcundan kurtarmak için, vekil gönderilebilir mi?
Cevap: Vekilin, ihrama girerken, emreden kimse için, kalp ile niyet etmesi şarttır. Hac borcu olan kimsenin, öldükten sonra kendi için hac yapacak vekilin adını bildirerek vasi olan kimseye emir vermesi lâzımdır. Meyyit veya meyyitin vasi yaptığı yabancı kimse, vârislerden birini, diğer vârisler izin vermedikçe, vekil yapamaz. Bir kimse izin vermeden, başkasının, bunun yerine hacca gönderilmesi caiz değildir. Yalnız vâris, ölen akrabası, vasiyet etmemiş, yani hac parası ayırmamış ise, kendine miras kalan para ile, onun yerine hacca gidebilir veya başkasını gönderebilir. Böylece anasını, babasını hac borcundan kurtarmış olur. Kendine de, farz olmuş ise, kendi için, ayrıca gitmesi lâzımdır. Fakat, onları borçtan kurtarması, kendine on hac sevabı kazandırır. Hanefi ve Hanbeli mezheplerinde, onların yaşadığı şehirden hac yapılması lâzımdır. Mesela, İstanbul'da bulunan bir kimsenin babası Erzurum'da sakin iken vefat etse, babası vasiyet etmedi ise, babası için birini vekil göndermek isterse, Erzurum'dan göndermesi farzdır. Başka yerden göndermesi Hanefide caiz değildir. Şafii mezhebinde Mikât dışındaki her yerden göndermesi caizdir. Hatta, hacca giden birine para vererek, Mekke-i mükerremede bir vekil bulup, babası için, buna mikâttan hac yaptırtması Şafiide caizdir. Hanefi olanlar, paraları az ise, Şafii mezhebini taklit ederek, vasiyet etmemiş ana, baba ve yakınları için, Mekke'de vekil tutabilirler. Fakat, parayı verirken, imam-ı Şafiiyi "rahmetullahi teâlâ aleyh" taklit ediyorum diye niyet etmesi lâzımdır. (Tam İlmihal s. 341)
***
Sual: Başkasının yerine izin almadan vekil olarak hacca gidilirse ne olur? Vekil olarak hacca gitmekle, nafile olarak gitmek aynı mıdır?
Cevap: İzinsiz vekil olup hac edenin haccı, kendine olur. Yani kendinin hac borcu varsa, ödenmiş olur. Sevabını, vekil olduğuna bağışlayabilir. Her Müslüman, her ibadetinin sevabını ölü, diri, her Müslümana hediye edebilir. Fakat bağışladığı kimse, hac borcundan kurtulmaz. Vasi olan, yani kendine vasiyet edilen kimse, emir olunan vekili gönderir. Vekil de (istediğini yap) denilmedi ise, başkasını gönderemez. Vasiyet ederken (vekilim veya başkası) demiş ise veya vekil tayin etmemiş ise, vasi kendi de gidebilir, başkasını da gönderebilir. Hac farz olmayan kimsenin, farz hac için vekil göndermesi caiz değildir. Baliğ olmayan âkıl çocuk vekil olabilir. Belli parayı ücret diyerek vekil tayin etmek caiz değildir. Vekile, âdet olan yol ve nafaka masrafı hesaplanarak (şu kadar para ile) denir. Verilen para ücret değildir, teberrudur. (Eşbâh) kitabının sahibi "rahmetullahi aleyh" diyor ki: (Artan para, vârislere geri verilir. Vârisler kalan parayı kendine hediye etmeğe ve nefsin için kabul etmeğe, seni vekil ettik derse, vekil böyle yapar). Hac etmemiş, baliğ olmamış kimselerin ve kadının vekil olmaları, Hanefide caiz ise de, Şafiide caiz değildir. Kendisi hacı olan vekil, başkası için hac ettikten sonra, Mekke'de kalıp geri gelmezse caizdir. Fakat, geri gelmesini emretmek efdaldir. (Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Hac etmemiş fakirin, başkası yerine hacca gitmesi caiz ise de, Hille gidince, kendisine de hac etmek farz olur. Mekke'de kalıp, sonraki senede kendi haccını yapması lâzım olur. Fakat, evvelki haccında, memleketine dönmediği için, meyyitin haccı noksan kalmış olur. Vekile para verilirken, istediğini yap denilirse, meyyit için başkasını vekil edebilir) [ve kendi haccını da, o sene, kendi yapar]. (Tam İlmihal s. 341)
Hiç yorum yok
Yorumlarınızı ve fikirlerinizi bize gönderiniz. Sorularınız için dinimizislam2@gmail.com adresine mail gönderiniz.
BİZİM SAHİFE sitesi..