Sual: Kul ve hayvan hakları dahil her işlenen günah için mutlaka tevbe etmeli, kul hakları için helalleşmeli midir? Cevap: Konu ile alakal...
Sual: Kul ve hayvan hakları dahil her işlenen günah için mutlaka tevbe etmeli, kul hakları için helalleşmeli midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
"Kıymetli ömrümüz, günah işlemekle, kusur, kabahat yapmakla, yanılmakla, faydasız, lüzumsuz konuşmakla geçip gidiyor. Bunun için; tevbeden, Allahü teâlâya boyun bükmekten söyleşmemiz, vera ve takvadan konuşmamız hoş olur. Nûr sûresi, 31. âyet-i kerimesinde mealen; (Ey müminler! Hepiniz, Allahü teâlâya tevbe ediniz! Tevbe etmekle kurtulabilirsiniz) buyurmuştur. Tahrîm sûresi, 8. âyet-i kerimesinde mealen; (Ey iman eden seçilmişler! Allahü teâlâya dönünüz! Halis tevbe edin! Yani tevbenizi bozmayın! Böyle tevbe edince, Rabbiniz, sizi belki affeder ve ağaçlarının, köşklerinin altından, önünden sular akan Cennetlere sokar) buyurmuştur. En'âm sûresi, 120. âyet-i kerimesinde mealen; (Açık olsun, gizli olsun günahlardan sakınınız!) buyurmuştur.
Günahlarına tevbe etmek, herkese farz-ı ayındır. Hiç kimse tevbeden kurtulamaz. Nasıl kurtulur ki, Peygamberlerin hepsi tevbe ederdi. Peygamberlerin sonuncusu ve en yükseği olan Muhammed aleyhisselâm buyuruyor ki; (Kalbimde envâr-ı ilâhiyyenin gelmesine engel olan perde hasıl oluyor. Bunun için her gün, yetmiş kere istiğfar ediyorum.)
Yapılan günahta, kul hakkı bulunmayıp, zina yapmak, alkollü içki içmek, çalgı dinlemek, yabancı kadınlara bakmak, Kur'ân-ı kerimi abdestsiz tutmak ve yanlış inanışlara saplanmak gibi, yalnız Allahü teâlâ ile kendi arasında olursa, böyle günahlara tevbe etmek, pişman olmakla, istiğfar okumakla, Allahü teâlâdan utanıp, sıkılıp, Ondan af dilemekle olur. Farzlardan birini özürsüz terk etti ise, tevbe için, bunlarla birlikte, o farzı da yapmak lazımdır. Çünkü bir namazı vaktinde kılmayanın bunu kaza etmesi de farzdır.
Günahta kul hakkı da varsa, buna tevbe için, kul hakkını hemen ödemek, onunla helalleşmek, ona iyilik ve dua etmek de lazımdır. Mal sahibi, hakkı olan ölmüş ise, ona dua, istiğfar edip çocuklarına, vârislerine verip ödemeli, bunlara iyilik yapmalıdır. Çocukları, vârisleri bilinmiyorsa, mal ve parayı fakirlere verip, sevabını hak sahibine ve eziyet yapılana niyet etmelidir."
***
Sual: Allahü teâlânın yani bir yaratıcının var olduğunu kısaca nasıl anlayabiliriz?
Cevap: Ulemâ-i meşhûreden şeyh Muhammed Rebhâmî, (Riyâd-ün-nâsıhîn) sahife 15.de diyor ki: (Zâd-ül-mukvîn) kitabında diyor ki, Rûm kayseri, yedinci Abbâsî halifesi Me'mûn bin Harun'a bir haberci gönderdi. Bunun yanında, heybetli, kendini beğenmiş biri vardı. Haberci, halifeye, (Bu adam dinsiz, kâfirdir.
Bir yaratıcı olduğuna inanmıyor. Rum papazları buna cevap veremedi. İslâm âlimleri bunu susturursa, milyonlarca Hristiyanı ve Müslümanı sevindirecektir) dedi. Bağdat âlimleri, buna ancak Ahmed Nîşâpûrî cevap verir, dediler. Halife sarayda, belli gün ve saatte âlimlerin toplanmasını emir etti. Nîşâpûrî meclise geç geldi ve (yolda, acayip, şaşılacak bir şey gördüm. Onu seyredince, buraya geç kaldım. Dicle kenarında gemi bekliyordum. Yerden büyük bir ağaç çıktı. Sonra yıkıldı, parçalandı.
Tahtalar hâsıl oldu. Sonra tahtalar birleşerek, bir gemi oldu. Gemici olmadan, suda hareket etti) dedi. Rum kâfiri bu sözleri işitince, yerinden fırladı ve (bu adam deli olmuş. Hiç böyle şey olur mu? Böyle söyleyen, yalancıdır ve buna aklı olmayanlar inanır) dedi. Nîşâpûrî, söze karışarak, (Bunlar, kendi kendine olamayınca, yer yüzündeki şaşılacak şeyler, kendi kendilerine nasıl var olur? Bunları yaratan biri olmadığını söyleyen daha ahmak ve alçak olmaz mı?) dedi. Kâfir, (Her şeyin bir yaratıcısı olduğunu şimdi anladım ve buna inandım) diyerek LÂ İLÂHE İLLALLAH diyerek Müslüman oldu. Böyle bir hâdisenin, imâm-ı Gazâlî zamanında da vaki olduğu rivayet edilmektedir. Halife Me'mûn, hicretin 218.ci senesinde vefat etti. (Tam İlmihal s. 1058)
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
"Kıymetli ömrümüz, günah işlemekle, kusur, kabahat yapmakla, yanılmakla, faydasız, lüzumsuz konuşmakla geçip gidiyor. Bunun için; tevbeden, Allahü teâlâya boyun bükmekten söyleşmemiz, vera ve takvadan konuşmamız hoş olur. Nûr sûresi, 31. âyet-i kerimesinde mealen; (Ey müminler! Hepiniz, Allahü teâlâya tevbe ediniz! Tevbe etmekle kurtulabilirsiniz) buyurmuştur. Tahrîm sûresi, 8. âyet-i kerimesinde mealen; (Ey iman eden seçilmişler! Allahü teâlâya dönünüz! Halis tevbe edin! Yani tevbenizi bozmayın! Böyle tevbe edince, Rabbiniz, sizi belki affeder ve ağaçlarının, köşklerinin altından, önünden sular akan Cennetlere sokar) buyurmuştur. En'âm sûresi, 120. âyet-i kerimesinde mealen; (Açık olsun, gizli olsun günahlardan sakınınız!) buyurmuştur.
Günahlarına tevbe etmek, herkese farz-ı ayındır. Hiç kimse tevbeden kurtulamaz. Nasıl kurtulur ki, Peygamberlerin hepsi tevbe ederdi. Peygamberlerin sonuncusu ve en yükseği olan Muhammed aleyhisselâm buyuruyor ki; (Kalbimde envâr-ı ilâhiyyenin gelmesine engel olan perde hasıl oluyor. Bunun için her gün, yetmiş kere istiğfar ediyorum.)
Yapılan günahta, kul hakkı bulunmayıp, zina yapmak, alkollü içki içmek, çalgı dinlemek, yabancı kadınlara bakmak, Kur'ân-ı kerimi abdestsiz tutmak ve yanlış inanışlara saplanmak gibi, yalnız Allahü teâlâ ile kendi arasında olursa, böyle günahlara tevbe etmek, pişman olmakla, istiğfar okumakla, Allahü teâlâdan utanıp, sıkılıp, Ondan af dilemekle olur. Farzlardan birini özürsüz terk etti ise, tevbe için, bunlarla birlikte, o farzı da yapmak lazımdır. Çünkü bir namazı vaktinde kılmayanın bunu kaza etmesi de farzdır.
Günahta kul hakkı da varsa, buna tevbe için, kul hakkını hemen ödemek, onunla helalleşmek, ona iyilik ve dua etmek de lazımdır. Mal sahibi, hakkı olan ölmüş ise, ona dua, istiğfar edip çocuklarına, vârislerine verip ödemeli, bunlara iyilik yapmalıdır. Çocukları, vârisleri bilinmiyorsa, mal ve parayı fakirlere verip, sevabını hak sahibine ve eziyet yapılana niyet etmelidir."
***
Sual: Allahü teâlânın yani bir yaratıcının var olduğunu kısaca nasıl anlayabiliriz?
Cevap: Ulemâ-i meşhûreden şeyh Muhammed Rebhâmî, (Riyâd-ün-nâsıhîn) sahife 15.de diyor ki: (Zâd-ül-mukvîn) kitabında diyor ki, Rûm kayseri, yedinci Abbâsî halifesi Me'mûn bin Harun'a bir haberci gönderdi. Bunun yanında, heybetli, kendini beğenmiş biri vardı. Haberci, halifeye, (Bu adam dinsiz, kâfirdir.
Bir yaratıcı olduğuna inanmıyor. Rum papazları buna cevap veremedi. İslâm âlimleri bunu susturursa, milyonlarca Hristiyanı ve Müslümanı sevindirecektir) dedi. Bağdat âlimleri, buna ancak Ahmed Nîşâpûrî cevap verir, dediler. Halife sarayda, belli gün ve saatte âlimlerin toplanmasını emir etti. Nîşâpûrî meclise geç geldi ve (yolda, acayip, şaşılacak bir şey gördüm. Onu seyredince, buraya geç kaldım. Dicle kenarında gemi bekliyordum. Yerden büyük bir ağaç çıktı. Sonra yıkıldı, parçalandı.
Tahtalar hâsıl oldu. Sonra tahtalar birleşerek, bir gemi oldu. Gemici olmadan, suda hareket etti) dedi. Rum kâfiri bu sözleri işitince, yerinden fırladı ve (bu adam deli olmuş. Hiç böyle şey olur mu? Böyle söyleyen, yalancıdır ve buna aklı olmayanlar inanır) dedi. Nîşâpûrî, söze karışarak, (Bunlar, kendi kendine olamayınca, yer yüzündeki şaşılacak şeyler, kendi kendilerine nasıl var olur? Bunları yaratan biri olmadığını söyleyen daha ahmak ve alçak olmaz mı?) dedi. Kâfir, (Her şeyin bir yaratıcısı olduğunu şimdi anladım ve buna inandım) diyerek LÂ İLÂHE İLLALLAH diyerek Müslüman oldu. Böyle bir hâdisenin, imâm-ı Gazâlî zamanında da vaki olduğu rivayet edilmektedir. Halife Me'mûn, hicretin 218.ci senesinde vefat etti. (Tam İlmihal s. 1058)
Hiç yorum yok
Yorumlarınızı ve fikirlerinizi bize gönderiniz. Sorularınız için dinimizislam2@gmail.com adresine mail gönderiniz.
BİZİM SAHİFE sitesi..