Sual: Bir kimse, din ilimlerini öğrenip, insanlara üstünlük taslarsa, böyle bir kimsenin tedavisi, bu hâlden kurtulması imkânsız mı olur? ...
Sual: Bir kimse, din ilimlerini öğrenip, insanlara üstünlük taslarsa, böyle bir kimsenin tedavisi, bu hâlden kurtulması imkânsız mı olur?
Cevap: Bu konuda, Berika'dan alınarak İslâm Ahlâkı kitabında deniyor ki:
"İlim kibre sebep olduğu gibi, kibrin ilacı da ilimdir. Kibre sebep olan ilmin ilacı çok zordur. Çünkü ilim, çok kıymetli bir şeydir. Bunun için, ilim sahibi kendini üstün ve şerefli sanır. Böyle kimsenin ilmine cehil demek daha doğru olur. Hakiki ilim, insana aczini, kusurunu ve Rabbinin büyüklüğünü, üstünlüğünü bildirir. Hâlıkına, yaratanına karşı korkusunu ve mahluklara karşı tevazusunu arttırır. Kul haklarına ehemmiyet verir. Böyle ilmi öğretmek ve öğrenmek farzdır. Buna İlm-i nâfi, faydalı ilim denir. Böyle ilim, ihlas ile ibadet etmeye sebep olur. Kibre sebep olan ilmin ilacı iki şeyi bilmekle olur:
Birincisi, ilmin kıymetli, şerefli olması, salih, iyi niyete bağlıdır. Cehaletten ve nefsinin hevasından kurtulmak için öğrenmek lazımdır. İmam olmak, müftü olmak, din adamı tanınmak için öğrenmemek lazımdır.
İkincisi, ilmi ile amel etmek ve başkalarına öğretmek ve bunları ihlas ile yapmak lazımdır. Amel ve ihlas ile olmayan ilim zararlıdır. Hadîs-i şerifte;
(Allah için olmayan ilmin sahibi Cehennemde ateşler üzerine oturtulacaktır) buyuruldu.
Mal, mevki ve şöhret için ilim sahibi olmak böyledir. Dünyalık ele geçirmek için ilim öğrenmek, dini dünyaya vesile etmek, altın kaşıkla necaset yemeye benzer. Dini dünya kazancına alet edenler, din hırsızlarıdır. Hadîs-i şerifte;
(Din bilgilerini dünyalık ele geçirmek için edinenler, Cennetin kokusunu duymayacaklardır) buyuruldu.
Fen bilgilerini dünya menfaati için öğrenmek caizdir, hatta lazımdır. Hadîs-i şerifte;
(Bu ümmetin âlimleri iki türlü olacaktır: Birincileri, ilimleri ile insanlara faydalı olacaktır. Onlardan bir karşılık beklemeyeceklerdir. Böyle olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki hayvanlar ve havadaki kuşlar dua edeceklerdir. İlmi başkalarına faydalı olmayan, ilmini dünyalık ele geçirmek için kullananlara kıyamette Cehennem ateşinden yular vurulacaktır) buyuruldu."
***
Sual: Bazı kimseler, "git Allah babadan iste" diyor. Böyle söylemek imanı giderir mi?
Cevap: "Allah baba" diyenin imanı gider, kâfir olur.
***
Sual: Kaba necaset denince ne anlaşılır?
Cevap: Kaba necaset: İnsandan çıkınca abdeste veya gusle sebep olan her şey, eti yenmeyen hayvanların, [yarasa hariç] ve yavrularının yüzülmüş, dabağlanmamış derisi, eti, pisliği ve bevli ve süt çocuğunun pisliği, bevli ve ağız dolusu kusmuğu, insanın ve bütün hayvanların kanı ve şarap, leş, domuz eti ve kümes ve yük hayvanlarının, koyun ve keçinin necasetleri, galiz, yani kabadır. Kan dört mezhepte de kaba necasettir. Meni, mezi ve idrardan sonra çıkan vedi ismindeki beyaz, bulanık, koyu sıvı, Hanefi ve Malikide kaba necasettirler. Şafiide yalnız meni, Hanbelide ise, her üçü de temizdir.
Kedinin bevli yalnız elbisede ve şehidin kanı, kendi üzerinde kaldıkça ve yenilen et, karaciğer, yürek ve dalakta bulunup akmayan kanlar ve balık kanı ve bit, pire, tahta biti pislikleri ve kanları hep temizdir. Yani, bunlar fazla bulaşınca da namaz kılınabilir denildi. Sarhoş eden bütün içkiler de, şarap gibi kaba necasettirler. Hafif diyenlerin sözleri zayıftır. Rakının, [ispirtonun] kaba necis olduğu (Halebî-i kebîr) ve (Merâkıl-felâh)da ve Türkçe (Ni'met-i İslâm)da yazılıdır. (Tam İlmihal s. 154)
***
Sual: Necaset ne kadar olursa temizlenmelidir, yani bir ölçüsü var mıdır ve katı ile sıvı necasetler için ölçü aynı mıdır?
Cevap: Deride, elbisede, namaz kılınan yerde, (Dirhem miktarı) veya daha çok kaba necaset yok ise, namaz sahih olur ise de, dirhem miktarı bulunursa, tahrimen mekruh olur ve yıkamak vacib olur. Dirhemden çok ise, yıkamak farzdır. Az ise, sünnettir. Şarabın damlasını da yıkamak farzdır diyen de vardır. Diğer üç mezhepte kaba necasetlerin hepsinin zerresini bile yıkamak farzdır. [Maliki mezhebinde, ikinci kavle göre, necaset namaza mâni değildir. Temizlemek sünnettir. Şafiide, istincadan sonra kalan necasetin af olduğu (Ma'füvât)da yazılıdır.] Necaset miktarı, bulaştığı zaman değil, namaza dururken olan miktarıdır.
(Dirhem miktarı), katı necasetlerde bir miskal, yani yirmi kırat, yani dört gram ve seksen santigram ağırlıktır. Akıcı necasetlerde, açık el ayasındaki suyun yüzü genişliği kadar yüzeydir. Bir miskalden az olan katı necaset, elbisenin, avuç içinden daha geniş yüzüne yayılınca namaza mâni olmuyor. (Tam İlmihal s. 153)
***
Sual: Marifet sahipleri ile açlıkla nefislerini temizleyen ama Allahü teâlâya yaklaşamayanların arasında ne fark vardır?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 293. mektubunda buyuruyor ki: Şeyh-ül-islâm Hirevî vel-imâm-ül-Ensârî Abdüllah "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" hazretlerinin, (Menâzil-üs-sâyirîn) kitabında ve buna kendi yaptığı şerhinde buyuruyor ki: Tecrübe ile anladım ki, marifet sahibi olanların feraseti Allahü teâlâya yarayan kimselerle, Ona yaramayan kimseleri ayırmaktır. Allahü teâlâyı zikir edenleri ve (Cem' makamı)na kavuşanların yaradılışlarındaki uygunluğu anlamaktır. Marifet sahiplerinin feraseti budur. Açlıkla ve insanlardan kaçarak çile odasında yalnız yaşamakla nefislerini temizleyenlerin, fakat Hak teâlâya yaklaşmayanların ferasetleri cisimleri, maddeleri keşf etmek, mahlûkların gayblerini haber vermektir. Bunlar, yalnız mahlûklardan haber verir. Çünkü, Hak teâlâ ile aralarında perde vardır. Marifet sahipleri ise, Allahü teâlâdan kendilerine gelen marifetlere kavuşurlar. Hep Allahü teâlâdan haber verirler. İnsanların çoğu, Allahü teâlâdan kesilmiş olduklarından ve hep dünyayı düşündükleri için, maddeleri keşfedenlere, mahlûklardan bilmediklerini haber verenlere kıymet verirler. Onları büyük bilirler. Onları Evliya ve Allahü teâlânın seçilmiş kulları sanırlar. Hakikatten haber verenlere dönüp bakmazlar. Bunların Allahü teâlâdan bildirdiklerine inanmazlar. (Bunlar, dedikleri gibi Evliya olsalardı, bizim hâllerimizden ve mahlûkların hâllerinden haber verirlerdi. Mahlûkların hâllerini bilmeyen kimse, bundan daha yüksek olan şeyleri nasıl bilir?) derler. Bu bozuk ölçüleri ile Evliyaya inanmazlar, doğru sözü görmezler ve işitmezler. Allahü teâlânın, bu büyükleri, cahillerin gözünden korumuş olduğunu, onları kendisine ayırmış olduğunu, onları kendisinden başkaları ile olmağa bırakmadığını bilmezler. Bunlar mahlûkların hâllerine dönüp baksalardı, Hak teâlâ ile olmağa yakışmazlardı. Böyle Hak adamlarından birinin maddelerin, cisimlerin hâllerine az bir bakışla, başkalarının anlayamadığı şeyleri ferasetle anladıklarını biz çok gördük. Bunların feraseti Hak teâlâya olan ve Onun yakınlığına olan ferasettir. Nefislerini temizleyenlerin mahlûklara olan feraseti, Hak teâlâyı ve Ona yakın olan şeyleri anlayamaz. Bu feraset Müslümanlarda olduğu gibi, Hristiyanlarda, Yahudilerde ve başka milletlerde de vardır. Çünkü, Allahü teâlâ buna kıymet vermez. Uygun olan kimselere verir. [Bu ikisini birbirine karıştırmamak için kâfirlerin ferasetine (İstidrac) denir.] (Mektûbât Tercemesi s. 467)
Cevap: Bu konuda, Berika'dan alınarak İslâm Ahlâkı kitabında deniyor ki:
"İlim kibre sebep olduğu gibi, kibrin ilacı da ilimdir. Kibre sebep olan ilmin ilacı çok zordur. Çünkü ilim, çok kıymetli bir şeydir. Bunun için, ilim sahibi kendini üstün ve şerefli sanır. Böyle kimsenin ilmine cehil demek daha doğru olur. Hakiki ilim, insana aczini, kusurunu ve Rabbinin büyüklüğünü, üstünlüğünü bildirir. Hâlıkına, yaratanına karşı korkusunu ve mahluklara karşı tevazusunu arttırır. Kul haklarına ehemmiyet verir. Böyle ilmi öğretmek ve öğrenmek farzdır. Buna İlm-i nâfi, faydalı ilim denir. Böyle ilim, ihlas ile ibadet etmeye sebep olur. Kibre sebep olan ilmin ilacı iki şeyi bilmekle olur:
Birincisi, ilmin kıymetli, şerefli olması, salih, iyi niyete bağlıdır. Cehaletten ve nefsinin hevasından kurtulmak için öğrenmek lazımdır. İmam olmak, müftü olmak, din adamı tanınmak için öğrenmemek lazımdır.
İkincisi, ilmi ile amel etmek ve başkalarına öğretmek ve bunları ihlas ile yapmak lazımdır. Amel ve ihlas ile olmayan ilim zararlıdır. Hadîs-i şerifte;
(Allah için olmayan ilmin sahibi Cehennemde ateşler üzerine oturtulacaktır) buyuruldu.
Mal, mevki ve şöhret için ilim sahibi olmak böyledir. Dünyalık ele geçirmek için ilim öğrenmek, dini dünyaya vesile etmek, altın kaşıkla necaset yemeye benzer. Dini dünya kazancına alet edenler, din hırsızlarıdır. Hadîs-i şerifte;
(Din bilgilerini dünyalık ele geçirmek için edinenler, Cennetin kokusunu duymayacaklardır) buyuruldu.
Fen bilgilerini dünya menfaati için öğrenmek caizdir, hatta lazımdır. Hadîs-i şerifte;
(Bu ümmetin âlimleri iki türlü olacaktır: Birincileri, ilimleri ile insanlara faydalı olacaktır. Onlardan bir karşılık beklemeyeceklerdir. Böyle olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki hayvanlar ve havadaki kuşlar dua edeceklerdir. İlmi başkalarına faydalı olmayan, ilmini dünyalık ele geçirmek için kullananlara kıyamette Cehennem ateşinden yular vurulacaktır) buyuruldu."
***
Sual: Bazı kimseler, "git Allah babadan iste" diyor. Böyle söylemek imanı giderir mi?
Cevap: "Allah baba" diyenin imanı gider, kâfir olur.
***
Sual: Kaba necaset denince ne anlaşılır?
Cevap: Kaba necaset: İnsandan çıkınca abdeste veya gusle sebep olan her şey, eti yenmeyen hayvanların, [yarasa hariç] ve yavrularının yüzülmüş, dabağlanmamış derisi, eti, pisliği ve bevli ve süt çocuğunun pisliği, bevli ve ağız dolusu kusmuğu, insanın ve bütün hayvanların kanı ve şarap, leş, domuz eti ve kümes ve yük hayvanlarının, koyun ve keçinin necasetleri, galiz, yani kabadır. Kan dört mezhepte de kaba necasettir. Meni, mezi ve idrardan sonra çıkan vedi ismindeki beyaz, bulanık, koyu sıvı, Hanefi ve Malikide kaba necasettirler. Şafiide yalnız meni, Hanbelide ise, her üçü de temizdir.
Kedinin bevli yalnız elbisede ve şehidin kanı, kendi üzerinde kaldıkça ve yenilen et, karaciğer, yürek ve dalakta bulunup akmayan kanlar ve balık kanı ve bit, pire, tahta biti pislikleri ve kanları hep temizdir. Yani, bunlar fazla bulaşınca da namaz kılınabilir denildi. Sarhoş eden bütün içkiler de, şarap gibi kaba necasettirler. Hafif diyenlerin sözleri zayıftır. Rakının, [ispirtonun] kaba necis olduğu (Halebî-i kebîr) ve (Merâkıl-felâh)da ve Türkçe (Ni'met-i İslâm)da yazılıdır. (Tam İlmihal s. 154)
***
Sual: Necaset ne kadar olursa temizlenmelidir, yani bir ölçüsü var mıdır ve katı ile sıvı necasetler için ölçü aynı mıdır?
Cevap: Deride, elbisede, namaz kılınan yerde, (Dirhem miktarı) veya daha çok kaba necaset yok ise, namaz sahih olur ise de, dirhem miktarı bulunursa, tahrimen mekruh olur ve yıkamak vacib olur. Dirhemden çok ise, yıkamak farzdır. Az ise, sünnettir. Şarabın damlasını da yıkamak farzdır diyen de vardır. Diğer üç mezhepte kaba necasetlerin hepsinin zerresini bile yıkamak farzdır. [Maliki mezhebinde, ikinci kavle göre, necaset namaza mâni değildir. Temizlemek sünnettir. Şafiide, istincadan sonra kalan necasetin af olduğu (Ma'füvât)da yazılıdır.] Necaset miktarı, bulaştığı zaman değil, namaza dururken olan miktarıdır.
(Dirhem miktarı), katı necasetlerde bir miskal, yani yirmi kırat, yani dört gram ve seksen santigram ağırlıktır. Akıcı necasetlerde, açık el ayasındaki suyun yüzü genişliği kadar yüzeydir. Bir miskalden az olan katı necaset, elbisenin, avuç içinden daha geniş yüzüne yayılınca namaza mâni olmuyor. (Tam İlmihal s. 153)
***
Sual: Marifet sahipleri ile açlıkla nefislerini temizleyen ama Allahü teâlâya yaklaşamayanların arasında ne fark vardır?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 293. mektubunda buyuruyor ki: Şeyh-ül-islâm Hirevî vel-imâm-ül-Ensârî Abdüllah "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" hazretlerinin, (Menâzil-üs-sâyirîn) kitabında ve buna kendi yaptığı şerhinde buyuruyor ki: Tecrübe ile anladım ki, marifet sahibi olanların feraseti Allahü teâlâya yarayan kimselerle, Ona yaramayan kimseleri ayırmaktır. Allahü teâlâyı zikir edenleri ve (Cem' makamı)na kavuşanların yaradılışlarındaki uygunluğu anlamaktır. Marifet sahiplerinin feraseti budur. Açlıkla ve insanlardan kaçarak çile odasında yalnız yaşamakla nefislerini temizleyenlerin, fakat Hak teâlâya yaklaşmayanların ferasetleri cisimleri, maddeleri keşf etmek, mahlûkların gayblerini haber vermektir. Bunlar, yalnız mahlûklardan haber verir. Çünkü, Hak teâlâ ile aralarında perde vardır. Marifet sahipleri ise, Allahü teâlâdan kendilerine gelen marifetlere kavuşurlar. Hep Allahü teâlâdan haber verirler. İnsanların çoğu, Allahü teâlâdan kesilmiş olduklarından ve hep dünyayı düşündükleri için, maddeleri keşfedenlere, mahlûklardan bilmediklerini haber verenlere kıymet verirler. Onları büyük bilirler. Onları Evliya ve Allahü teâlânın seçilmiş kulları sanırlar. Hakikatten haber verenlere dönüp bakmazlar. Bunların Allahü teâlâdan bildirdiklerine inanmazlar. (Bunlar, dedikleri gibi Evliya olsalardı, bizim hâllerimizden ve mahlûkların hâllerinden haber verirlerdi. Mahlûkların hâllerini bilmeyen kimse, bundan daha yüksek olan şeyleri nasıl bilir?) derler. Bu bozuk ölçüleri ile Evliyaya inanmazlar, doğru sözü görmezler ve işitmezler. Allahü teâlânın, bu büyükleri, cahillerin gözünden korumuş olduğunu, onları kendisine ayırmış olduğunu, onları kendisinden başkaları ile olmağa bırakmadığını bilmezler. Bunlar mahlûkların hâllerine dönüp baksalardı, Hak teâlâ ile olmağa yakışmazlardı. Böyle Hak adamlarından birinin maddelerin, cisimlerin hâllerine az bir bakışla, başkalarının anlayamadığı şeyleri ferasetle anladıklarını biz çok gördük. Bunların feraseti Hak teâlâya olan ve Onun yakınlığına olan ferasettir. Nefislerini temizleyenlerin mahlûklara olan feraseti, Hak teâlâyı ve Ona yakın olan şeyleri anlayamaz. Bu feraset Müslümanlarda olduğu gibi, Hristiyanlarda, Yahudilerde ve başka milletlerde de vardır. Çünkü, Allahü teâlâ buna kıymet vermez. Uygun olan kimselere verir. [Bu ikisini birbirine karıştırmamak için kâfirlerin ferasetine (İstidrac) denir.] (Mektûbât Tercemesi s. 467)
Hiç yorum yok
Yorumlarınızı ve fikirlerinizi bize gönderiniz. Sorularınız için dinimizislam2@gmail.com adresine mail gönderiniz.
BİZİM SAHİFE sitesi..